2.BÖLÜM







Şimdi burada hepinizin günlük hayatında yaşadığı bazı zorluklardan bahsetsem büyük ilgi ile okursunuz. Hadi hepimizi bırakalım sadece nadir yaşanan korkunç, tiksindirici ve dehşet dolu gerçeklerden bahsetsem onu da büyük bir ilgili ile okuyabilirsiniz. Ama ben sizlere bunların hiçbirinden bahsetmek istemiyorum. Ben sizin yaşadıklarınızla ilgilenmiyorum. Ne nereye gittiğinizle, ne de nerede ne yaptığınızla ben bunların hiçbiri ile ilgilenmiyorum. Ben sizin nasıl hissettiğinizle ve hissettiğinizi sandığınız sahte duygularınızla ilgileniyorum. 

Ben size hayatınızın ya da hayatın kendisinin nasıl boktan bir orospu çocuğu olduğunu söylemeye gelmedim. Ben sizin içinizde nasıl boktan bir orostopulun yaşadığını söylemeye geldim. 


İçlerinizde şeytanlar dolaşıyor. Evet evet bu satırları okuyan senin içinde, ister kabul et istersen de bana siktiri çek ve daha fazla okuma burada bırak, iki türlüde umurumda değilsin. Lakin okumaya devam edersen emin ol içindeki orostopolu elbet bir yerlerden yakalayacaksın. Sonra ağzını burnunu mu kırarsın yoksa iki kadeh doldurup karşına oturtup onunla kadeh mi tokuşturursun bilemem. Benim tek bildiğim şey artık o orostopolluk yapan orostopol ile tanışmanız gerektiği. 


Nasıl mı? 


Her bölümde bir orostopol anlatacağım size ve siz de onu yakalayacaksınız. 



Yazar: Deniz KURAL  


Yayınlanmaya Başladığı Tarih: 18.09.2020


Tüm Hakları Deniz Kural aittir.




2. BÖLÜM

 

Ne yapmalı bir hikâye yazmak için hikâyeyi yaşamalı mı insan? Adı üstünde hikâye işte belki yaşanmış, belki yaşanacak, belki de sadece hayal. Siz bunları düşüne durun ben anlatmaya devam edeyim…

 

 

 TECRÜBE…

 

Yine sabahın kör bir saati düşmüştük yollara ve inmişiz Kadıköy’e, dolaşıyoruz boş sokaklarda, çoğul konuştum çünkü yalnız değilim, ben ve kılıbık Aylin birlikteyiz. Kılıbık Aylin ile bugün rolleri değişmek zorundayız çünkü işsiziz ve iş bulmalıyız. Bu gibi durumlarda her zaman bir tek Kılıbık Aylin yardım eder.

 

Buz gibi esiyor Kadıköy rıhtımda rüzgâr, mübarek deniz köpürmüş sanki benim inadıma birazdan taşacak. Kılıbık Aylin ile nereye gitsek bir olay olduğu için deniz şimdi taşsa anormal gelmez. Dolaşıyorum kafelerin olduğu sokaklarda boş boş iş arıyoruz, tipine göre mekân seçip gireceğim içeri diyeceğim elemana ihtiyacınız var mı? Bir iki kafeye girdim çıktım sorumu da sordum ve cevapları evet eleman arıyoruz oldu ama ben o aranan eleman değilmişim.

 

 Adamın biri küçük bir kafe işletiyor artık sahibi mi yoksa işletmecisi mi bilemiyorum, beni baştan aşağı süzdükten sonra oturttu karşısına hadi dedi mülakat yapalım.

 

“Adın ile başlayalım, adın ne?”

 

Herhalde biraz sonra annem ve babamın ne iş yaptığını da soracak aynı ilkokulda boş beyinli öğretmenlerin çocukları sorguladığı gibi…

 

“Aylin”

 

“Peki Aylin, gördüğün gibi biz küçük bir kafeyiz ama daimî müşterimiz çoktur, günün belirli saatleri çok kalabalık oluyoruz ve yetişemiyoruz. İçeride kahve yapan bir adamımız var, başka bir arkadaş daha vardı ayrıldı, biz onun yerine birini bakıyoruz. Masalara servis falan yapacak birini...”

 

Çaktırmadan mekânı gözlerimle taradım. Kibar bir Modalı gibi görünmeye çalışan bu sahte herif mekânın çok kalabalık olduğundan bahsetmişti, içerideki masaları saydım ve kıç kadar dükkânda toplasan yedi masa yoktu, hangi kalabalıktan bahsediyordu bu sulu ağız? Anammm bir de dudaklarını yalaya yalaya konuşuyor.

 

“Şimdi Aylin,”

 

Evet şimdi, eee şimdi, şimdi şimdi ne olmuş sulu ağızlı konuş!

 

“Şimdi Aylinciğim”

 

Şimdi küfür edeceğim, herif manyak.

 

“Dinliyorum beyefendi”

 

“Bana biraz iş tecrübenden bahseder misin? Daha önce garsonluk deneyimin oldu mu?”

 

“Vallahi daha önce garson olarak hiç çalışmadım ama alışveriş merkezinde tezgahtarlık yaptım o da bir hizmet sektörü sonuçta. Ayrıca kafelere, restoranlara gitmişliğim çok vardır. Yani en lüks kafelerde de restoranlarda da takıldım, en salaş olanında da takıldım…”

 

Sulu ağız yanına gelen kedinin başını okşayarak gülümsedi, o anda fark ettim kafe kedi doluydu. Biri masanın üstüne çıkmış yatmış, diğeri sandalyenin üzerinde yatıyor, diğer ikisi de yerlerde dolaşıyor. Kedi adamın ilgisinden sıkılmıştı ve kıçını dönüp gitti. Adam kedilere baktığımı anlayınca sordu. “Biz burada kedileri çok severiz, sen de sever misin?”

 

“Hı hı evet” diyerek başımı salladım.

 

“Her şey çok güzel ama”

 

Ney güzel? Güzel olan ne? Bana daha okul okudum mu ya da okumadım bile sormadın, yaşımı sormadın, kaç para isterim onu bile sormadın, mağazalarda kaç yıl çalıştım onu da sormadın. Eee güzel olan ne?

 

“Biz ne yazık ki tecrübeli bir eleman arıyoruz. Üzgünüm.”

 

Haydaaa! Kıç kadar dükkânda neyin tecrübesi bu? Diyecektim ama demedim. Ağzımı bile açmadan taktım çantamı omzuma çıktım dükkândan. Tam yürümeye başlamıştım ki dükkânın yanında bir kitapçı camına yazmış BİZİMLE ÇALIŞMAK İSTER MİSİNİZ? İsterim istemez miyim hiç, bayılırım kitapların arasında çalışmaya… Attım kendimi içeri hızlı adımlarla yürüdüm kasaya, genç bir çocuk vardı ona kapıdaki ilanla ilgilendiğimi söyledim hemen kalktı gitti odaya sonra yanında orta yaşlarına yaklaşmış bir adamla geri döndü.

 

Adam hoş görünüyordu oldukça karizmatikti, yahu adam taş gibiydi taş… Hafif kırlaşmış sakallar, kırlaşmış saçlar, geniş omuzlar, iri iri siyah gözler, etli dudaklar offf offf… Adam bana oturmam için rafların arasındaki küçük masa sandalyeyi gösterdi “buyurun” dedi ve otururken hafifçe adamın poposuna baktım aman aman kıvrımlı bir popo, herif resmen dört dörtlük. Yahu sen kaç yaşındasın böyle? Çok yaşlı da olamazsın, taş çatlasın benden on yaş büyüksün. Ayşş evli falansan söyle ben hiç bu dükkânda işe başlamayayım, riske girmeye gerek yok. Bırak abicim beni, ben yol yakınken gitmek istiyorum bu dükkândan.

 

Adam gülümsedi. Adam gülümsüyor yahu, bana bana gülüyor.

 

“Merhaba benim adım Cengiz, bu kitabevinin sahibiyim. Biz burada kitapları düzeltecek, müşterilerle ilgilenecek, sorulan birçok kitabı bilecek, gerektiğinde kasada görev alacak, kitapları ve okumayı seven bir arkadaş arıyoruz. Lütfen siz de kendinizi tanıtır mısınız?”

 

Vallahi ilk önce kulak burun boğaz kısımlarımı tanıtmaktan memnuniyet duyarım Cengiz Bey, hatta şuradaki kapının arkasında göğüs cerrahisi operasyonları ile daha da yakından kalbimi, içimi dışımı memnuniyetle tanımanıza izin verebilirim.

 

“İşte o benim, aradığınız adamım. Şeyyy yani kadın, kadınım. Neyse, ben avmde çalıştım iki yıl çünkü iş bulamamıştım normalde mühendisim. Kitap okumayı çok…”

 

Karizma lafımı kesti, bozulmuştum ama çaktırmadım. “Hiç daha önce kitapçıda çalışmış mıydınız?”

 

“Hayır, ama..”

 

Karizma yine lafımın arasına dalmıştı iyice sinirlenmiştim. Karizmasına başlayacağım şimdi…

 

“Üzgünüm ama biz tecrübeli bir eleman arıyoruz. Sizinle çalışmayı isterdik ama maalesef, hoşça kalın…”

 

Adam beni resmen geçiştiriyordu benim cevap bile vermemi beklemeden masadan kalkıp bana arkasını döndü, ayağa fırladım.

 

“Sen bana baksana entel bozuntusu…” Adam şok olmuştu. “Sen kimsin de bana arkanı dönüyorsun? Kaç yaşında amca olmuşsun hala bir haller bir hareketler… Terbiyesiz, senin karşısında bir hanımefendi var. Burada tecrübe istiyormuşmuş da muş… Yahu şu kasada oturan zibidi taş çatlasın yirmi yaşında elinde de telefon oturmuş oyunda adam kovalayıp vuruyor. Bu mu çok kitap okumuş? Bu oğlan mı tecrübeliydi de işe aldın? Ne bu be? Şuraya kitap dizeceğiz, sisteme kitap adı gireceğiz, yazarları kitapları tanıyacağız vesaire vesaire. Siz Amerika’yı yeni mi keşfettiğinizi sanıyorsunuz? Sen buraya başka kitapçıdan adam getirsen ona da kullandığın bilgisayar sistemini öğreteceksin bana da, eee fark ne? Tecrübeymiş, ülkede herkes tecrübeli adam arıyor ve her yere tecrübeli adam yerleştiriyorlar ama o nasıl bir tecrübeyse artık her yerin nasıl olduğunu görüyoruz… Sağ olsunlar sizin gibiler bize her şeyin tecrübesini yaşatıyorlar. Sen bir insanın bu dükkânda çalışıp çalışamayacağını anlayacak kadar tecrübeye sahip olsaydın sorardın; Kimi okurum, hangi yazarları bilirim, çabuk öğrenir miyim, insan ilişkilerim nasıl, bir önceki işimden neden ayrıldım. Amannn avanak avanak işler peşindesiniz… Hadi abicim sana kolay gelsin…”

 

Her zamanki gibi içimdekileri tutamamıştım ve yürüyen karizmanın suratına patlamıştım fakat o bir an olsun tepki vermemiş sakince beni dinlemişti. Sözlerimi bitirir bitirmez bay karizmanın yaşadığı şoktan çıkmasını beklemeden dükkândan fırladım ve peşimden gelip bana cevap verir korkusuyla hemen yandaki kahveci dükkanına attım kendimi. İçeri girip kuytudaki bir masaya oturdum, dükkânın açık kapısındaki yansımadan da karizmatik adamı gördüm. Tıpkı tahmin ettiğim gibi peşimden birkaç saniye sonra kapıya çıkmış bana bakınmıştı ve kısa bir süre sonra beni göremeyince içeri girmişti, derin bir nefes aldım.

 

“Aylin Hanım, bir şey mi unutmuştunuz?” Bir baktım sulu ağızlı herif dibimde bitmiş.

 

“Hayır, hava soğuk ve ben sıcak bir şeyler içmek istedim, bir filtre kahve alabilir miyim?”  Dudakları zaten yeterince ıslak değilmiş gibi tekrar iğrenç bir şekilde yalanıp “Hay hay” dedi ve yanımdan uzaklaştı.

 

Yağmur atıştırmaya başlamış sokaktakiler yağmur bastırmadan gidecekleri yerlere gitmek için hareketlerini hızlandırmış, sağa sola doğru hızlı adımlarla yürüyorlardı. Düşündüm sulu ağızlı herif bile tecrübe istemişti, üniversiteden mezun olduğumda şirketler tecrübe istemişti, her yer ama her yer tecrübe istiyordu. Okulda hocalar uyarmıştı, biz de öğrenciyken girdik çalıştık birkaç ufak işte sonra öğrencilik bitti ve şirketler öğrenciyken çalıştığınız işleri kabul edemeyiz dedi, niye diye sorduğumda da “Öğrencilere gerçek iş verilmez, biz burada gerçek çalışanlar istiyoruz” dediler. Öğrenciyken işverenlerin bizi sömürmesine izin verdik, adamlar az paraya çalışacak çaylak bulduk nasılsa diyerek bizlere yüklendiler de yüklendiler, ne yani boşuna mı çektik onca sıkıntıyı? Karşındaki insanın potansiyelini bilmeden tecrübe istiyoruz diyerek kapı dışarı etmek orostopolluğun dik alası değil de nedir? Herkes tecrübe istiyoruz diyor fakat tecrübeli de olsan iş bulamıyorsun. Eskiden tecrübesiz olduğu için iş bulamazdı yeni mezunlar ama artık tecrübeliler de bulamıyor ve istediğimiz türde tecrübeye sahip değilsiniz diyerek yeni bir bahane üretiyorlar.

 

 Tam iş görüşmesine gitmek için giyinip kuşanıyorsun evden çıkmak üzeresin ve pat diye bir telefon geliyor “Kusura bakmayın sizinle olan görüşmemizi iptal ediyoruz” diyorlar çünkü benden önce başka görüştükleri kişi ile anlaşmışlar artık benimle görüşmelerine gerek kalmamış. Tecrübe isteyen şirkete bakar mısınız sayın okuyanlar? Adam da iş etiği sıfır, insan sırf prestiji için görüşmesini yapar da sonradan anlaşamadık kusura bakmayın der ama şimdilerde bunu bile yapmıyorlar işte. Herkes göstermelik işçi arar olmuş artık bir yerlerde tanıdığın yoksa iş bulma imkânın da neredeyse sıfır.

 

İş arama sitelerine üye oluyorsun yeteneklerinin ve eğitiminin çok altındaki ya da üstündeki hangi işe başvurursan vur geri dönmüyorlar. Bir keresinde yine dünyaca ünlü bir markada tezgahtar olmak için başvuru yapmıştım çağırdılar gittim. Kadın öz geçmişime baktı ve “Pardon ben sizin yüksek mühendis olduğunuzu görmemişim, üzgünüm sizinle çalışamam. Bizim müdürlerimizden bile daha iyi eğitimlisiniz, ben şimdi yüksek mühendise oranın tozunu al, bunu şuraya as, müşterinin fermuarını çek diye emirler veremem” dedi. Kadın iyi niyetliydi belli ki ama benim de paraya ihtiyacım vardı, kadının iyi niyeti bana kötü bir teselli olmaktan öteye gidememişti.

 

Peki bu iş ilanlarını kim veriyor? Tanıdığım hiçbir arkadaşıma dönen olmadı. Bu ilanları kim veriyor? Neden veriyor? Zaten alacakları kişi belli değilse, ilanlar göstermelik değilse neden kimse özgeçmişlerimize geri dönüş yapmıyor? Durum eğer gerçekten tahmin ettiğimiz gibiyse bu yapılanlar en büyük orostopolluk değil midir? Bu en büyük orostopolun, orostopolluğu olur ancak…

 

 

ROCK YILDIZI MÜTEVAZİLİĞİ…

 

Yine işsiz kaldığıma kimse şaşırmamıştı artık herkes tüm sorunun bende olduğunu düşünüyordu, kendi çaplarında sorunun bende olduğunu tescilleyip onaylamışlardı. Umursamıyordum artık, kimin ne düşündüğünü umursayarak hayat mı geçerdi? İşsizdim ve elimdeki para ancak bir hafta yeterdi fakat benim kafamı da dağıtmaya ihtiyacım vardı, üstelik çok sevdiğim rock grubunun konserini kaçıramazdım. Birkaç arkadaşımı organize edip çok sevgili rock grubumun konserine gittik ve ben, beni ancak bir hafta daha idare edebilecek olan parayı konsere yatırdım.

 

Bu rock grubuna gençlik yıllarımızdan beri Mellon ve ben hayrandık. Her zaman olduğu gibi kalabalığı zar zor yara yara en önlere kadar ilerlemiştik. Adamlar sahneden bizi gördüklerinde hemen selam çakmaya başlamışlardı çünkü çocukluğumuzdan beri her konserlerinde en öndeydik resmen adamların gözlerinin önünde büyümüştük.

 

Konser başladı ve saatler su gibi akıp gitti. Mellon ve ben kalabalıkta diğer iki arkadaşımızdan ayrı düştük ama umursamadan şarkıya eşlik edip dans etmeye devam ettik. Bir anda etrafımızdaki kalabalık açıldı, Mellon sahneye bakıp şarkı söylemeye devam ediyordu etrafımızdaki kalabalığın geriye doğru çekilerek boş bir daire oluşturduğunu fark etmemişti. Mellon’u kolundan tutup “Şuraya bak!” diye bağırdığım anda çocuğun biri gökyüzünden üstüme doğru düşmeye başladı bir adım atıp kenara çekildiğimde çocuk mıcırla kaplı zemine omuzunun üstüne düştü. Ben artık daha iflah olmaz ayağa kalkamaz diye düşünmeye henüz başlamıştım ki çocuk atik bir şekilde ayağa fırladı ve bizim gibi dairenin ortasında birbirlerini hızlıca ittiren, birbirlerine omuz atan bir grup üstsüz çocuğun arasına karıştı.

 

Mellon sonunda durumu anlamıştı ve “Aylin, manyakların ortasında kaldık nasıl çıkacağız” diye panikle bağırmaya başladı. Çocuklar çıldırmış gibi birbirlerini ittiriyor, birbirlerine omuz atarak çarpıyorlardı. Çok sürmedi bize de çarpmaya başladılar, Mellon ve ben üstümüze doğru gelenleri çığlık atarak elimizle durdurmaya çalışıyorduk ama çocuklar şuurlarını tamamen kaybetmiş gibi önlerine kim çıkarsa tüm güçleri ile ittiriyor ve zıplıyorlardı.

 

Herkes durup sahneye baktığında Mellon ile ben kendimizi korumak için kaldırdığımız kollarımızı yavaşça indirip etrafımıza bakınmaya başlamıştık ve rock yıldızımızın sesi sahneden yankılandı. “Yok artık! Arkadaşlar ne yapıyorsunuz? Ortanızda kalan iki kızı çıkartın. Güvenlik abilerim, o iki kızı getirin buraya, güvenlik şeridinin önünde dursunlar.” Kalabalıktan büyük bir alkış koptu ve tezahürat sesleri yükseldi. Rock yıldızımız güvenliklere daha sert bağırmaya başlamıştı. “Abicim işinizi ben mi öğretmeliyim size? Şuradan bir koridor aç al kızları işte…”

 

Güvenlikler sonunda bize ulaşmıştı, biz ise kavgadan çıkmış gibi üstümüzü başımızı düzelmek için çekiştire çekiştire güvenlik eşliğinde sahne önüne kadar yürüdük. Boş alana çıktığımızda Mellon saçımı düzeltti ben de onunkini düzeltmiştim. Yüzümde biraz önce ben ne yaşadım diyen bir gülümseme ile rock yıldızıma baktım gözlerimiz buluşmuştu, başımı hafifçe öne doğru eğerek teşekkür ettim ve o da bana aynı şekilde karşılık verdi.

 

Konser bitene kadar sahne önünde dans edip şarkılara eşlik etmiştik. Rock yıldızımızı alkışlar ve çığlıklar eşliğinde uğurlarken o durdu ve güvenliklere bir şeyler söyledi ve kulisine gitti. Mellon ile tam gitmeye hazırlanırken takım elbiseli bir bodyguard yanımıza gelip “Kızlar, Cenk Bey vaktiniz varsa sizi içeride görmek istiyor” dedi. Rock yıldızımız bizi mi görmek istiyormuş? Bu teklifi reddedebilecek tek bir kadın tanımıyorum.

 

Bodyguard eşliğinde kulise girerken hiçbir ayrıntıyı kaçırmamak için her şeyi gözlerimle tarayıp beynime kazıyordum. Gitarlarını toplayan gitaristler, baterisi ile ilgilenen baterist, sigaralarını içen solist kızlar, ayakkabılarını değiştirmekle meşgul dansçılar hepsi hepsi mükemmel bir masalın parçasıydı, hepsi sihirli gibiydi.

 

Kulisten içeri girdiğimizde Cenk bir kadın ile konuşuyordu, kadının menajeri olduğunu biliyorduk sessizce konuşmasını bitirmesini beklemeye başlamıştık ama Cenk bizi anında fark edip kadına “Sonra konuşuruz” dedi ve hızlı adımlarla yanımıza geldi.

 

“Kızlar merhaba, nasılsınız? Pogo denen saçmalığın ortasında kaldığınız için o kadar üzüldüm ki iyi misiniz diye sizleri bizzat görmek istedim. Beni kırmayıp geldiğiniz için teşekkür ederim.”

 

Mellon’un heyecandan dili tutulmuştu ne zaman sevdiği bir ünlü ile karşılaşsa hep insan üstü bir varlık görmüş gibi heyecanlanırdı. “Teşekkür ederiz Cenk Bey gerçekten bir an oradan hiç çıkamayacağımızı sanmıştık. Öyle değil mi Mellon?” dedim ve Mellon’un kolunu sıktım.

 

Mellon, gözlerini Cenk’ten ayırmadan başını evet anlamında zar zor salladığında Cenk durumu kavramıştı ve çapkınca gülümseyerek bize arkasında bulunan üçlü deri koltuğu işaret etti. “Lütfen oturun size içecek bir şeyler ikram edeyim.” Bizim kızı kolundan çekiştirerek zorla oturttum, adeta put kesilmişti.

 

“Ne içersiniz?”

 

“En iyisi biz birer tane su alalım Mellon’un ayılması zaman alacak.”

 

Cenk kapıyı açarken “Bence bira falan ona daha iyi gelir gibi, baksana hiç konuşmuyor belki gevşemesini sağlar” dedi.

 

Başımla onaylayarak. “Tamam o zaman iki bira alalım.”

 

Cenk odadan çıktığında Mellon’u kolundan salladım. “Kızım ayılsana yahuu! Bu kadar da olmaz ama”

 

“Ya gitti mi?”

 

“Gitti tabi, hem de ikimize bira almaya gitti.”

 

“Ay Aylin, o nasıl güzel bir gülüş? Nasıl nazik bir adam bu?”

 

Meraklı gözlerle odayı incelemeye başlamıştım. “Lütfen adam geldiğinde yine put gibi olma,”

 

“Tamam olmam”

 

“Mellon, Cenk’in yerinde bir başkası olsa bizi kulise çağırmasını, bira içirmesini kötü yorumlayabilirdim ama içimde kötü bir his yok.”

 

Hemencecik lafa atıldı. “Ya ne kötülüğü, adam resmen bizim için üzülmüş, nezakete bakar mısın? Yılların Cenk’i bizi çocukluğumuzdan beri tanıyor.”

 

“Öyle bir diyorsun ki sanırsın adam otuz yaş büyük bizden de bize babalık yaptı. Adam şunun şurasında bizden on yaş büyük ve bu da isterse bize her türlü yürür demek oluyor.”

 

“Aylin, komik misin? Adam otuz yaş büyüğümüz olsa ve kötü niyetli olsa bize yürüyemeyecek mi sanıyorsun sen? Otuz yaş büyüğü daha tehlikeli olur kızım” Mellon cümlesini bitirdiği anda kahkaha atmaya başlamıştık, Cenk elinde üç bira şişesiyle odaya girince sustuk.

 

Elindeki bira şişelerini bize uzatırken “Mellon Hanım demek şimdi daha iyisiniz, sevindim” dedi.

 

“Teşekkürler Cenk Bey, heyecanlanınca bazen böyle oluyorum”

 

Mellon ve Cenk sohbete dalmışlarken bira şişesinin çevir aç kapağını açıp büyük bir yudum aldım, gerçekten o dehşet dolu dakikaların üstüne kendimi iyi hissettirmişti. Cenk ve Mellon’un konuştuklarını dinleyip elimdeki şişeye bakarken Cenk’in ne kadar da nazik ve mütevazi biri olduğunu düşündüm. Oysa biraları getirmeye gittiğinde bir an için korkmuştum, bardaklarda açık bira mı gelecek? Şişelerin ağzı açık mı olacak? Ya adamın kötü bir niyeti varsa?  Ama bu kaygılarımın hepsi boşa çıkmıştı ve Cenk beni utandırmıştı. Biralar hiç açılmamış şişelerde emniyetle bize teslim edilmişti.

 

Sessizce uzun uzun izledim Cenk ile Mellon’u, kırk yıllık dost gibi sohbet etmeye başlamışlardı. Günümüzde birçok sanatçı ya da göz önünde olan insan nedense mütevazilikten ve nezaketten uzaklaşmıştı. Cenk ise on yedi yaşında müzik yapmaya başlamış, yirmi yaşında dünyaca ünlü bir rock yıldızı olmuştu fakat bu asla onun karakterinin değişmesine sebebiyet vermemişti. Mellon’un işini, okuduğu okulu sorup ilgilenirken, bize bundan sonraki tüm konserlerini bedava izleyebileceğimizi söylerken o kadar dostane ve insancıldı ki ona bir kez daha hayran olmuştum. Onu hiç tanımayan insanlar ve gazeteciler Cenk çapkın, havalı, ukala, kibirli gibi birçok sıfat takmıştı ama şimdi gördüğüm için daha da eminim Cenk bu sayılanların hiçbiri değildi. Dünyada güzelliklerde oluyordu. Dünyadaki en saçma şey olan pogoyu icat eden ve yapan orostopollar sayesinde Cenk gibi orostopolluktan çok uzak olan insanlarında var olabileceğini hatırlamıştım. Ne mutlu orostopolluktan uzaklaşan insanlara… 






 

Yorumlar

Popüler Yayınlar