1.BÖLÜM


 





Şimdi burada hepinizin günlük hayatında yaşadığı bazı zorluklardan bahsetsem büyük ilgi ile okursunuz. Hadi hepimizi bırakalım sadece nadir yaşanan korkunç, tiksindirici ve dehşet dolu gerçeklerden bahsetsem onu da büyük bir ilgili ile okuyabilirsiniz. Ama ben sizlere bunların hiçbirinden bahsetmek istemiyorum. Ben sizin yaşadıklarınızla ilgilenmiyorum. Ne nereye gittiğinizle, ne de nerede ne yaptığınızla ben bunların hiçbiri ile ilgilenmiyorum. Ben sizin nasıl hissettiğinizle ve hissettiğinizi sandığınız sahte duygularınızla ilgileniyorum. 

Ben size hayatınızın ya da hayatın kendisinin nasıl boktan bir orospu çocuğu olduğunu söylemeye gelmedim. Ben sizin içinizde nasıl boktan bir orostopulun yaşadığını söylemeye geldim. 


İçlerinizde şeytanlar dolaşıyor. Evet evet bu satırları okuyan senin içinde, ister kabul et istersen de bana siktiri çek ve daha fazla okuma burada bırak, iki türlüde umurumda değilsin. Lakin okumaya devam edersen emin ol içindeki orostopolu elbet bir yerlerden yakalayacaksın. Sonra ağzını burnunu mu kırarsın yoksa iki kadeh doldurup karşına oturtup onunla kadeh mi tokuşturursun bilemem. Benim tek bildiğim şey artık o orostopolluk yapan orostopol ile tanışmanız gerektiği. 


Nasıl mı? 


Her bölümde bir orostopol anlatacağım size ve siz de onu yakalayacaksınız. 



Yazar: Deniz KURAL  


Yayınlanmaya Başladığı Tarih: 18.09.2020


Tüm Hakları Deniz Kural aittir.



1.BÖLÜM

 

“Ay ne okudum ben?

Bu iş nereye gidiyor?

Bildiğin içinde yaşadığımız hayat bu!”

 

Her okuduğun hikâyeden sonra bu cümleleri kurabilirsin baştan peşin peşin söyleyeyim çünkü sonradan ben bilmiyordum gibi ifadeleri kabul etmeyeceğim.



KIZIM OKU ABLAN GİBİ OLMA…

 

Yine sıkıcı günlerden birinde dükkâna bir müşteri dokuz on yaşlarındaki kızıyla birlikte girdi, kadın acayip süslüydü ve kızını da müthiş süslü giydirmişti. Durumu hemen anladım dedim ki “Aylin kaç bunlara hiç yaklaşma, bu şımarık kız ve züppe kadınla uğraşamazsın sana göre değil” ama yok illa beni bulacak ya kadın bana seslendi

 

“Bakar mısın?” Mısın.. Mısın.. Kadına bak! Kibar ama asla siz diye bilecek kadar kibar değil, ukalalığını ve görmemişliğini her halinden akıtacak ancak o şekilde kendini iyi hisseder.

 

“Tabi bakarım ne demek” diyerek yaklaştım kadının yanına. Kadın eliyle raflardaki elbiseleri işaret etti. “Şunu denemek istiyorum, şunu, şunu, şundan da… Aaa bak şu da olsun, bak bu mutlaka olsun, ay şuradaki pantolondan da getir, o pantolonun üstüne bir gömlek getir eee hadi bakalım sen bunları getir ben kabinde bekliyorum” Kadın bana bakmadan çekti gitti kabine, küçük kız da annesinin peşinden yol aldı tabi ama kafasını elindeki telefondan bir an olsun kaldırmadı.

 

Kadının tüm istediklerini aldım gittim kabinine astım başladım kadının kıyafetleri denemesini beklemeye, küçük kız da kabinin karşısındaki koltuğa oturmuş annesini bekliyor ve elinde hala telefon var, biraz mutsuz göründüğünü fark ediyorum. Kısa süre sonra kadın bir elbiseyle dışarı çıkıp kırmızı ve mavisinden de istediğini, denemesine gerek olmadığını söylüyor. Peki diyorum ve kadın kıyafetleri denerken unutmamak için kırmızı ve mavi elbiseleri alıp kasanın arkasına bırakıyorum. Kabinlere yaklaşırken küçük kızın annesi ile olan diyaloğuna şahit oluyorum.

 

“Bana ne ya ben okula gitmek istemiyorum? Sevmiyorum oradaki çocukları”

 

“Bana bak kızım okula gideceksin baban dünyanın parasını veriyor o okula, arkadaşlarının analarına da gıcığım zaten, sen de gidip derslerini iyi tutacaksın. Okul önemli, okumak çok önemli, bak bize nasıl paramız var. Senin her istediğini alıyoruz”

 

“Bana ne ya, öğretmen çok ödev veriyor. Ben sevmiyorum okulu, hem babam da sen de okumamışsınız ki demek okumadan da zengin olunabiliyor”

 

“Baban şanslıydı, herkes onun kadar şanslı olamaz. Tanıdıkları ona inşaat işlerini verdi ve başka işlerde…”

 

Artık kendimi göstermenin vakti gelmişti köşeyi dönüp “Ben elbiseleri bıraktım kasaya, başka alacağınız bir şey var mı?” dedim.

 

Kadın ukalalık yaparak egolarını benimle tatmin etmeyi kafasına koymuştu bir kere, alışveriş yapmak için alışveriş merkezine gelen tiplerden değildi. O, alışveriş merkezinde parasıyla hava atıp egolarını insanlara kötü davranarak tatmin etmek isteyenlerden biriydi. “Ne kadar uzun sürdü sizin elbiseleri kasaya bırakmanız. İki saattir size sesleniyorum, bu kadar ilgisiz olunmaz ki… Ben buranın devamlı müşterisiyim ayıp”

 

İki yıldır o mağazada çalıştığım halde kadını ilk defa görüyordum, çaktırmadan küçük kıza baktım kız annesinin yalanını duyunca başını sallayıp umursamazca telefonuna döndü. Kadınsa beni azarlayarak konuşmaya devam etti. “Bu kabindeki her şeyi alıyorum. Derhal kasaya getirin”

Derhal… Ha ha ha dangalağa bak sanırsın orduda emir eriyim. Yine hiçbir duygu kırıntımı belli etmeden kasaya gittim mesai arkadaşlarımdan en sevdiğim Şükran kasadaydı. Ona elbiselerin hangilerinin alındığını gösterirken kadın da kızı ile kasanın önünde konuşuyordu.

 

“Hayır okumak istemiyorum”

 

“Bak kızım oku ve bu ablalar gibi olma…” Şükran’la birlikte aynı anda bilgisayarın ekranına bakan kafalarımızı kaldırıp kadının suratına baktık. Kadın hala büyük bir gurur ve ukalalık ile suratımıza sırıtıp kızına bizi işaret etmeye devam etti. “Bak okumazsan bu ablalar gibi bize hizmet etmek zorunda kalırsın.”

 

Artık sabrım tükenmişti, başlarım böyle müşteri memnuniyetinin içine, atağa kalktım Şükran elimi tutup beni durdurdu. Derin nefes alıp tekrar bilgisayar ekranına baktım. Kadınsa konuşmaya devam etti. “Bak kızım okumamış insanlar böyle üç kuruş paraya zenginlere hizmet etmek zorunda kalırlar”

 

Beynim yanmıştı artık Allah ne verdiyse girişecektim başka yolu yoktu. Şükran yine elimi tuttu hızla elimi çekip kadına diktim gözlerimi, ellerimi belime koymuştum. Kadın kendisine cevap vermemi bekliyordu ama gözlerinde asla bir korku ya da endişe olmaksızın, en ufacık utanma duygusu taşımaksızın bakıyordu suratıma, ben aniden küçük kıza çevirdim kafamı ve gülümseyerek konuştum.

 

“Annen yanılıyor tatlım, iyi bir hayatının olması için okumana gerek yok çünkü bu ablalar okudular. Ben yüksek mühendisim ve iki yıldır iş bulamadığım için buradayım. Yanımda gördüğün diğer abla ise tarih öğretmeni ve atanamadığı için burada çalışıyor. Yani tatlım sen doğru yoldasın, okumana hiç gerek yok. Annen gibi ol sen, genç yaşta zengin bir adamla evlen ve onun parasını ye, ya da annen iyi bir dayı bulsun sana çünkü o seni okul okumasan da güzel bir işe sokar. Ya da bir diğer ihtimal var. Bu ihtimal ise senin yeteneğine bağlı, gerçi babanın zengin olma şekline bakarsak sen de becerebilirsin. Yalakalığı iyi öğren, işten kaytarmayı ama çok çalışıyormuş gibi görünmeyi iyi öğren, çevreni geniş tut çünkü ilerde şirkete göstermek için sahte faturalara ihtiyacın olabilir, yanar döner konuşmayı ve yalancı olmayı ise sakın ihmal etme. Eğer bu şartları göze alabiliyorsan okumana hiç gerek yok ablacım… Bak biz okuduk buradayız, sen boşuna çocukluğunu ve gençliğini ilim bilim uğruna sıralarda feda etme…”

 

Tabi ortalık fena karıştı, kadın ben konuşmamı bitirene kadar dondurulmuş gibi durdu ama sustuğum anda üstüme atladı. Mağaza bir anda olay yerine döndü kadın kasayı dağıttı, arkadaşlar kadını tutmaya çalıştılar ve bizim yalaka müdür bozuntusu ininden (yani odasından) kafasını çıkartmayı başarıp olay yerine intikal etti. Yalakanın ilk söylediği şey de “Aylin git dışarı hava al” oldu. Tabi ben dışarı çıkacaktım o da kadını dinleyip “Evet efendim, haklısınız efendim” diyecekti. Ha ha ha o tavırları bir görseniz gül gül ölürsünüz ve sanırsınız müşteri memnuniyetine çok önem veriyorlar. Şükran girdi koluma “Hadi” dedi “Artık itiraz etme gidelim. Kadın parçalayacak seni!”

 

Kadın arkamdan bağırırken dükkândan çıkıp gittik artık kadının gösterişte var olan kibarlığından eser kalmamıştı. Şimdi kadının içindeki orostopolu herkes görebiliyordu.

 

 

ENERJİNİZ ANTİKOR ÜRETMENİZE YETMİYOR…

 

Yeni bir kural getirmişler avm çalışanları ziyaretçilerin olduğu yerlerde sigara içemezmiş, bize alışveriş merkezinin en ücra kapısını gösterdiler ve artık sadece burada sigara içebilirsiniz dediler. Dükkândan çıkıp gösterdikleri mal kabul kapısına gidene kadar on dakika geçiyordu ve zaten bizim molalarımız on beş dakikaydı ama bu Allah’ın unuttuğu oturma şansımızın bile olmadığı ücra yerde sigara içip mola yapmamızı istiyorlardı, hele kışları tamamen korunaksız delicesine rüzgârlı bir alandı burası. Ha ama sorsan dünyada artık kölelik yok derler.

 

Şükran, hızla gidip asansörü çağırdı cidden o lanet sigara içme alanına gideceğimi sanıyordu. Bir anda ona bir şey söylemeden en yakın açık alana yürümeye başladım. Şükran koşarak geldi “Nereye? Mal kabul kapısında içeceğiz sigarayı”

 

“Ya Şükran Allah aşkına zaten kovulacağım, bir huzur ver.”

 

Şükran tedirgindi tabi ama bana diyecek bir sözü de yoktu ikimizde biliyorduk kovulacaktım. Açık alana çıktım derin bir nefes alıp cebimden bir sigara çıkarttım ve daha sigaramı bile yakmadan bir tane kraldan çok kralcı güvenlik bitti dibimde.

 

“Burada çalışanlar sigara içemez, yönetime haber veririm”

 

“Git istediğin yere haber ver yalnız şunu da söyle benim yalaka müdürle, sırık müdür bana bir kahve yollasın böyle olmuyor kuru kuru” dedim.

 

Kraldan çok kralcı olan, kendisini dünyanın en önemli işini yaptığını söyleyerek kandıran güvenlik suratıma bir iki saniye dik dik baktı. Kuralları biliyordum ve buna rağmen kendisine dikleniyordum, o yüzden olsa gerek benimle daha fazla uğraşmaya gerek duymadan yanımızdan uzaklaştı. Sigarayı yakıp oturdum sandalyeye ve etrafı incelemeye başladım. Alışveriş merkezi haftanın her günü ve her saati doluydu, gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine herkes her an buradaydı. Bir bizdik herhalde sürekli çalışması gereken, bir bizdik herhalde sürekli köpek gibi sağa sola koşturan, çalışmaktan doktora gidecek vakit bile bulamayan bir bizdik...

 

Karşı masada bir karı koca ve küçük çocukları yemek yiyordu daha doğrusu adam ve kadın yemeklerini yiyor yanlarındaki çocuk ise hiç durmadan delicesine bağıra bağıra ağlıyordu. Sigaramın dumanını üflerken kadınla göz göze geldik, kadın ona dik dik baktığımı anlamıştı ama hemen başını çevirdi. Çocuk bağıra bağıra ağlamaya devam ediyor önündeki yemekten ufak ufak yere atıyor ve masadaki tuzu, biberi her yere döküyordu. Çocuğun sesinden Şükran’ın bana seslendiğini bile duymamıştım.

 

“Hey Aylin!”

 

“Ne var?”

 

“Müdür çağırıyor, mesaj atıp gelin yazmış. Ayrıca sırıkta gelmiş”

 

“Boş ver, beni kovmak için biraz daha beklesinler”

 

Çocuğu tekrar izledim rahat on dakika olmuş ağlamaya devam ediyordu. Onların masasının etrafındaki herkes rahatsız olmuş hatta birkaç kişi onlardan uzaklaşmak için yerlerini bile değiştirmişti ama kadın ve adam sanki çocuğun sesini duymuyordu. Moda oldu çocuğu kendi haline bırakmak, çocuğu rahat bırakacaksın ki kendini bulabilsin, karakteri oluşurken çocuğu sıkmayacaksın vesaire vesaire… Bu nasıl saçmalık? Biz öyle ağlasak, tepinsek annemiz bırak öyle rahat rahat yemek yemeyi etrafı rahatsız ettik diye utancından girecek delik arardı ve sonunda annemizden ya bir şamar yer susardık ya da elimizden tuttuğu gibi annemiz bizi eve götürürdü. Şimdikiler bir rahat bir rahat umurlarında değil hiç kimse, onların çocuğu çocuk ama bizim kafa, kafa değil. Sanki herkes dinlemek zorunda onların şımarık veledinin bağırmasını. Bu modernlik ya da çocuk psikolojisini kötü etkilememek adına çocuğu dövmemek, kızmamak, iyi ana babalık yapmak değil. Bu bildiğin görmemişlik, görgüsüzlük, çevreye verdiği gürültü rahatsızlığını, ses kirliliğini hiç hesaba katmamak. Ama sorsan çocuğa hep organik malzemeden yapılmış oyuncaklar alıyorlardır, sağlıklı besliyorlardır, çocuk kitapları okuyup doğaya faydalı ve duyarlı bir birey yetiştirmeye çalışıyorlardır. Eee söyleyin o zaman, psikologlar sürekli demiyor mu çocuğa nasıl örnek olursanız çocuk o şekilde bir insana dönüşür diye. Sen, siz, analar, babalar, çocuklarınız bağırırken susarak zincirlerinizi çocuğa vermiş olmuyor musunuz? Çocuğa çevre duyarlılığını, toplum kurallarını hiçe saymayı, gürültü kirliliğinin önemsiz olduğunu, her yerde istediği gibi davranarak başkasının da haklarını çiğneyebileceğini öğretmiş olmuyor musunuz? İnsanlar sizin yüzünüzden, sizin şımarık velediniz yüzünden yer değiştirmek zorunda mı? Bu şekilde mi çocuklara duyarlılığı öğreteceksiniz. Çocuklarınız neyi görse neyi istese alır oldunuz. Oyuncak arabalar, bebekler vesaire her şeyi alıyorsunuz ama her şeyin de en dandiğini alarak çocuklarınızı şımartıyor ve onları tüketmeye odaklı, doyumsuz bireyler olarak büyütüyorsunuz. Şimdi ana-babalar tek bir kelimeme takıldılar “Ne demek en dandik oyuncağı alıyoruz? Biz çocuğumuza hep en pahalı, en kaliteli oyuncağı alırız”. Ya ya tabi en iyisini alıyorsun. Yahu çocukken sizin hiç oyuncağınız olmadı mı? Ya da internette falan Avrupadaki Amerika’daki üretilen oyuncakları hiç görmediniz mi?  Arkadaş yurtdışında üretilen o bebeklerin, arabaların, oyuncak evlerin, evcilik setlerinin, yap-bozların güzelliğini size anlatamam, doksanlarda da çok güzeldiler ama şimdi yoklar. Ülkedeki oyuncakçıları hiç gezdiniz mi?  Peki doksanlarda hiç oyuncakçıları dolaştınız mı? Şimdi lütfen ikisini de gözlerinizde canlandırın ve aralarındaki beş farkı bulun. Yahu bundan en az on beş yıl önce oyuncak dükkanlarına girdiğimde neler neler olurdu, çeşit çeşit setler, bebekler, toplar, arabalar, trenler ve her keseye göre de illa bir şeyler çıkardı alınabilecek.

 

Şimdiki dükkanlara bakıyorum hiçbir halt yok, öyle artık her dükkânda bebek evi bile yok, oyuncaklar hep dandik dandik eline alıyorsun kalitesiz. Şimdi yine firmaları suçlayacaksınız “Çabuk kırılsın da yenisini alalım diye öyle yapıyorlar” diyeceksiniz ama olay hiç öyle değil işte. Sizler çocukları telefonlara, tabletlere bağımlı yaptınız, çocuklar artık kendileri oyun kuramıyor ve kurgulayamıyorlar. Sen eline en süper bebekleri, bebek evlerini de versen çocuk yanında bir yetişkin olmadan senaryo yazıp tek başına oyun oynayamıyor. Eee durum böyle olunca neden adamlar daha fazla çeşitli oyuncak üretsin ki, neden kaliteli mal yapsın sana, neden ülkeye daha güzel oyuncaklar getirsin? Ne gerek var adamların kendisini yormasına, dandik mandik zaten her bulduğunuzu alıyorsunuz. Ama siz bunların hiçbirini düşünmeyin yine olur mu? Siz sadece çocuğa bağırmamak ve vurmamak üzerine programlayın kendinizi, eminim o çocukta ağlarken sizin ona vurdumduymaz davrandığınız gibi büyüyünce de dünyaya o şekilde davranacak. Vurdumduymaz, istediği şeyi istediği an almaya alışmış, bencil, dar bakış açılı, dünya yansa umurunda olmayan bireyler olacaklar. Neden kızıyorsun ki şimdi bana? Neden ben şimdi çok bilmiş oldum ki? Senin içindeki orostopol değil mi çocuk orada tepişirken, masadaki yemekleri yerlere atarken, avazı çıktığı kadar bağırıp çığlık atarken vurdumduymaz şekilde yemek yiyen, sensin o işte, senin içindeki orostopolun ta kendisini anlatıyorum ben, bana niye kızıyorsunuz anlamadım…     

 

“Hadi artık yarım saat oldu gidelim”

 

“Ne meraklıymışsın kovulduğumu görmeye”

 

“Aşk olsun olur mu öyle şey? Yarım saattir sustun oturuyorsun farkında değilsin, herhalde sinirden”

 

“Olur olur... Aşkta olur meşkte olur…”

 

Dükkâna gittiğimizde kızlar sırık ile müdürün beni ofiste beklediğini söylediler. Ofise girdiğimde iki haysiyetsiz oturmuş beni bekliyordu, sırık vakit kaybetmedi. “Seni beklediğimizin haberini almışsındır, neden gelmiyorsun?”

 

“Çabuk çabuk yanınıza gelseydim bana söyleyeceklerinizi ya da fikrinizi mi değiştirecektiniz?”

 

“Ne söyleyeceğimi nereden biliyorsun?”

 

“Tamam, söyleyeceğinizi söyleyin bakalım şaşıracak mıyım?”

 

Sırık bana oturmamı işaret etti, karşısındaki sandalyeye oturdum. Ellerini masanın üzerinde birleştirerek sırtını dikleştirdi, üstünlüğünü vücut diliyle bana göstermek ve beni sindirmek istiyordu. Bizim şu Sırık aslında komik adamdı, kişisel gelişim kitapları okur kendini geliştirmeye çalışırdı fakat komedi filmlerindeki okuduğunu olduğu gibi uygulayan ve başına türlü türlü işler açan sakar avanaklar gibi olur, kendini asla bir adım ileri taşıyamazdı. İplemez şekilde sırıttım, sırık gıcık olmuştu tavrıma ama bozuntuya vermedi.

 

“Müşteriye karşı gösterdiğin tavırların kabul edilemez zaten uzun zamandır çalışma arkadaşlarınla da aranda problem vardı.”

 

“Bir dakika, ben burada çalışan kimseyle tartışmadım”

 

“Doğru, ama arkadaşlarının söylediklerini hiç önemsemiyor, bir konu hakkında kimsenin fikrini dinlemeden hemen cevap veriyor sonra da işe koyuluyorsun, hatta bunu bana bile yapıyorsun”

 

Daha fazla dayanamayıp kahkahayı bastım, iki orostopol suratıma şaşkınca bakıyordu. “Vallahi bay sırık buradaki insanlar, yani buna siz ikinizde dahil biraz geri kalmışsınız. Ya da çok pardon jetonlarınız geç düşüyor. Ben sizler konuşmadan ne istediğinizi anlayıp hemen ona göre reaksiyon gösteriyorum. Sizler ne istediğinizi söylemeden ben size o işi tamamlayıp teslim ediyorum. Tüm bunları yaparken konuşma gereksinimi de duymuyorum. Arkadaşlarıma gelince, üzgünüm ama sizin sabahları boş konuştuğunuz gibi onlarda her an boş konuşuyorlar çünkü ne yazıktır ki çok genç olmalarına rağmen dünyanın şatafatına aldanıp gerçek zenginlikleri görmüyorlar, sanki kör olmuşlar. Gençliklerine rağmen ellerindeki sanal hayatlar onlara yetiyor, boş işler onlara yetiyor. Bazen düşünüyorum, acaba sizler bu boş işler peşindeyken vücutlarınız biriken enerjilerini nasıl dışarı atıyor? Ama cevabı aslında çok basit. Yaptığınız entrikalar ve söylediğiniz yalanlar ortaya çıkmasın diye çabalarken enerjiniz tükeniyor öyle ki enerjiniz tamamen bitiyor ve sizi yemeye başlıyor. Hatta dikkat edin bu metabolizmalarınızda bile gözlenebilir, bu dükkânda herkes grip oluyor, domuz gribi bile oldunuz. Biri iyileşti sonra diğeri hasta oldu, sonra o da iyileşti diğeri hasta oldu, sonra hastalanmış iyileşmiş olan bir daha hasta oldu. Dükkânda hastalık dönüp duruyor. Sizler bunu klimalara ve birbirinize bulaştırmanıza bağladınız, oysa vücutlarınız antikor üretip tekrar hasta olmanızı engellemeliydi ama engel olmadı. Çünkü antikor üretecek enerjinizi bile orostopolluk peşinde harcıyorsunuz, burada çalışanların %80’ni bu yüzden hasta oluyor. Ben hiç hastalanmadım. Neyse sonuç şu; siz benim gibi iyi çalışanlardan, doğruları söyleyenlerden korkuyorsunuz çünkü sizlerden güçlüyüz çünkü metabolizmamız bile sizinkinden güçlü. Siz daha ağzınızı açmadan ben her şeyi anlıyor, sizin kötülüklerinizi etkisiz hale getirecek duvarlar örüyorum etrafıma. Siz kuş beyinliler bunu ne olarak yorumluyorsunuz bilemem ama ben bunu sizin acizliğiniz olarak yorumluyorum. Söylediklerimi ukalalık ya da kibir olarak adlandırmayın lütfen çünkü bu kolaya kaçmak olur. Oysa ben kolay değilim, aksine hayatın olması gerekenim, ben az sayıda kalan sahte olmayan insanlardanım. Yeter artık bu kadar konuşma siz bana ne diyecektiniz?”

 

Sırık düşen omuzlarını öfkeyle kaldırıp “Kovuldun! Eşyalarını şimdi topla ve git, mesaini bitirmene gerek yok. Bu çıkış kağıtlarını da imzala” dedi.

 

Kağıtları alıp incelemeye başladım, ofiste sadece sırığın öfkeli nefes alıp vermeleri duyuluyordu. Bir beş dakika sonra gülümseyerek “Tamamdır, bir problem görünmüyor” dedim ve imzayı çaktım.

 

Odadan çıkıp dolabımı toplamaya gittim. Eşyalarımı aldım ve Şükran dahil kimsenin suratına bakmadan dükkânı terk ettim, bir daha da hiçbirini görmedim. Kulağa komik gelebilir ama kovuldun kelimesini duyduğumda rahatlamıştım hem de çok, sanki benim psikolojimi bozan, karakterimi sindirmeye çalışan, hayatı gri görmeme neden olan bir şeyler vardı o dükkânda ve çantamı alıp çıktığım an o grilik kayboldu ve yeniden nefes almaya başladım. Şimdilerde oradan bana geriye tek kalan şey orostopolluğu öğrenmiş olmam oldu. Sizlere orostopol olmanın ayrıntılarını gösterebilmemi sağladılar.

 

Zaman geçti kafamda hep bir soru kaldı “neden orada çok sıkılıyordum?” Lakin çok sonraları bu sorunun cevabını da gerçek anlamda öğrendim, meğer bir meslek hastalığı varmış; Bir bireye kaldırabileceğinden ve potansiyelinin çok üstünde, yüksek sorumluluk gerektiren işler verirseniz o birey depresyona girermiş. İşte bizim yalaka müdürün meslek hastalığı buydu... Birde bunun tam tersi varmış; bir bireye kendi potansiyelinin çok altında işler verirseniz, zekasını doğru kullanmasına müsaade etmez basit işler peşinde koşturursanız, sürekli aynı rutinde dönüp durmasına neden olursanız, o birey bir süre sonra zekasının ve potansiyelinin boşa harcandığını düşündüğü için depresyona girermiş. Ben belki biraz daha güçlü olduğum için depresyona girmemiş, etrafı siyah görmeye başlamamıştım ama inkâr etmeyeceğim, gri görmeye başlamıştım.





Yorumlar

Popüler Yayınlar